Rus pilot Daniil Kvyat’ın kendi evinde eski Red Bull pilotu Sebastian Vettel ve takımın birinci pilotu Daniel Ricciardo’yu biçmesinin ardından Toro Rosso’ya rütbeleri sökülerek gönderilmesinin ardından, Toro Rosso’nun 1997 doğumlu yıldızı Max Verstappen; ana takım ile çıktığı ilk yarış 2016 İspanya GP’sini kazandığı an büyük bir ilgi uyandırmıştı. Söz konusu olayın ardındaki yorumları Bodrum – İzmir otobüsünde okurken aklıma F1Grid’deki ilk yazı konum aklıma geldi: Red Bull Motorsporları Programı’nın başındaki isim Helmut Marko. Yüksek lisans dersleri ve epey yolculukla geçen uzun bir yazısızlık döneminden sonra eski dergi yazımızı editleyip sizlere sunacağım.
Hukuk Fakültesinden Pistlere
Red Bull ile aynı ülkeden gelen Helmut Marko, 27 Nisan 1943 yılında Avusturya’nın Graz şehrinde doğmuştu. Genç yaşta hız aşkına kapıldığında şehir sokaklarında motosikletle yarışıyordu çocukluk arkadaşlarıyla beraber. Rakiplerinden biri de efsane pilot Jochen Rindt idi ve rakipten öte, iyi arkadaştılar. İlk Grand Prix’lerini beraber 1961’de Nürburgring’de izlemişlerdi. Ancak yolları Rindt’in profesyonel yarış kariyerine başlamasıyla ayrılacaktı. Rindt virajdan viraja koşarken, Marko yarış tutkusunu bastırarak eğitimine devam ediyordu. Graz Üniversitesi’nde hukuk okuduktan sonra, aynı üniversitede doktora da yapmaya başlamış ama tutkusuyla başa çıkamayarak; eğitim yanında yarışmaya başlamıştı. Neyse ki eğitimini bitirebilecek ve böylece 1969 yılından sonra adı her yerde Dr. Helmut Marko olarak geçecekti: yarışların giriş listelerinden, afişlere, kurduğu takımların adlarına ve Red Bull Racing hakkında yayımlanan haberlere kadar…
1967’de doktorasını sürdürürken, Formula Ford ile eş değer bir seri olan Formula Vee Marko’nun ilk yarıştığı seriydi. 1968’de F-Vee’ye, dayanıklılık ve binek otomobil yarışlarını da eklemişti. Sıçrama tahtası ise 1969 olacaktı: Nürburgring Nordschleife’yi 9:54.4 ile dönecek ve pistte bir F-Vee aracıyla 10 dakikanın altında tur atan ilk kişi olacaktı. Yine 1969’da Österreichring’in açılış günü etkinliklerinde hem binek otomobil yarışlarını hem F-Vee yarışlarını kazanacaktı (F-Vee’nin destekçisi Volkswagen Motorsports Helmut Marko için çok da agresif bir pilot olduğu konuşuluyor).
İlk başarıları ne kadar hızlı olduğunu göstermeye yetmişken, Marko’nun adı daha fazla duyulmaya başlamıştı ve eskisinden daha sık; daha kaliteli serilere geçmesini sağlayacaktı. 1970 yılında dayanıklılık yarışlarına ağırlık vermiş, çoğu zaman da fabrika takımı adına Porsche 908/02 kullanmıştı. Sezonu genel klasmanda üçüncü sırada, kendi sınıfında ise lider olarak bitirirken; en prestijli dayanıklılık yarışı 24 Saat LeMans’a da katılacaktı.
Ertesi sene ise kıtadan kıtaya dolaşmalı, bol fırtınalı bir sezon geçirirken; Buenos Aires 1000 km, 24 Saat Daytona,1000 km Monza gibi yarışları ziyaret edecekti. Aynı sezon içerisinde 1971 Le Mans’ı co-pilot’u Hollandalı Gijsbert van Lennep ile kazanarak kariyerinin en büyük başarısını elde edecekti. Ayrıca kullandığı Porsche 917K ile 5,335.313 km’lik mesafeyi 222.304 km/s’lik ortalama hızla kat ederek rekor kıracaktı (2010 yılı galibi Audi R15 TDİ rekoru 225.228 km/h’a çıkaracaktı.).
Çocukluk arkadaşı Rindt’in 1970 İtalya GP’sinde ölümü Marko’yu çok üzmüş ve bir an önce Formula 1’de yarışmayı amaçlamasına da neden olmuştu. Bunun yanında dayanıklılık yarışlarının en prestijli ayağında ardı ardına iki kere podyuma çıkan bir pilotun Formula 1 kariyerine başlamaması düşünülemezdi. LeMans galibiyetinden sonra artan süksesi kendisine Ecurie Bonnier takımının (takım sahibi Joakim Bonnier ağırlıklı olarak dayanıklılık yarışlarında yarışmıştır) teklif götürmesini sağlayacak ve Marko; McLaren M7-C’nin kokpitinde 1971 Almanya GP’sinde ilk etkinliğine başlayacaktı.
Ancak sıralama turlarında yakıtının bitmesi nedeniyle derece elde edememiş ve yarışamamıştı. Bu olay onu yıldırmayacak, ertesi yarış Avusturya GP’sinde BRM’lerden birinin direksiyonuna geçerek söz konusu takımda yarı zamanlı F1 pilotu olmaya devam edecekti. Yarı zamanlıydı; çünkü 1972 yılında hala dayanıklılık yarışlarını da başarılarını da bırakmamıştı. Sicilya’daki 1972 Targa Florio yarışında co-pilotu Nanni Galli spin attıktan sonra pite gelerek Alfa Romeo T33’ün direksiyonunu Marko’ya devretmiş, Marko 2 dakikaya çıkan farkı kapamak için zorlayabildiği kadar zorlamış ve farkı son turda 20 saniyeye kadar indirmişti. Hatta yarışın en hızlı turunu da atmıştı (hala kırılamamış bir rekordur söz konusu 33 dakika 41 saniyelik tur zamanı). Ancak ne yazık ki tüm çabası kazanmaya yetmemiş ve 16 saniye 9 saliseyle yarışı 2. bitirmişlerdi. Farkın ne kadar küçük olduğu, 72 kilometrelik pistte atılan bir turun yaklaşık olarak 33 dakika sürdüğünü göz önüne alınca kolaylıkla anlaşılıyor (2015 yılında Red Bull pilotu Daniel Ricciardo, Helmut Marko’nun 5 numaralı otomobilini kullanacaktı.)
1972’de Targa Florio başta olmak üzere başarıları, o senenin olumlu tarafıydı. Ne yazık ki 1967’de F-Vee ile başlayan yarış kariyeri; 1972 Fransa GP’sinde, Charade Pistinde (Clermont-Ferrand olarak da tanınır), geçirdiği korkunç kazadan sonra sona erecekti. F1 kariyerinin en iyi grid pozisyonunu elinde bulundurarak yarışa 6. sırada başlamıştı Marko. Ama 8. turda, limitlerini zorlayan Ronnie Peterson’un March’ının yerden sektirdiği yumruk büyüklüğündeki taş, hemen arkasında seyreden Marko’ya doğru yönelerek, kaskının vizörünü delecek ve gözüne çarpacaktı.
O acıyla arabasını durduran Marko, pistte acil durumlar için bulunan Porsche 914’lerden biriyle pist hastanesine götürülecek, ardından ambulansla kaldığı otelin revirine götürüldükten sonra da bir göz kliniğine kaldırılacaktı. Göz kliniğinde doktorlar İyi olacaksın merak etme. Yarışabilirsin. demişti ama acı gerçek Marko Graz’a döndükten sonra doktor kontrolüne gidince ortaya çıkacaktı; sol gözü asla iyileşemeyecek ve bir daha yarışamayacaktı. (Çeşitli kaynaklarda kazanın 9. turda olduğu ve taşın Emerson Fittipaldi’nin Lotus’undan sektiği söylenir ama Marko’nun açıklamaları farklı yönde) İroni olarak 1971’de Helmut Marko’nun yarışlar hakkında alınması gereken bir risk ve çok da uzun yarışmayacağını belirten bir video’su da bulunuyor.
Pistlerden Ayrı Kalamamak
Helmut Marko da Fransa’daki korkunç kazadan sonra pistlere dönmeyi arzuluyordu. İlk başlarda dünyanın sonuymuş gibi hissedersiniz ama sonradan hayatı yakalarsınız. diyordu yarışsız günleri için. Ancak yarışamayacak olsa da pistlere dönmeyi başaracaktı. Çözümü, bir menejerlik şirketi kurarak yarış kariyerinde elde ettiği tecrübeleri genç pilotlara aktarmak; onların önlerindeki şansları arttırmaktı. Çalışmalarını, kendi kariyerine başladığı F-Vee’de başlatacaktı. Ardından binek otomobiller ve dayanıklılık yarışlarına geçecek (LeMans, Procar ve hatta DTM) ve bu arada F3 ve F3000 gibi açık tekerlek serilerinde de boy gösterecekti. Destek olduğu pilotları kendi takımlarında da yarıştıracaktı. Bu takımların adı yıldan yıla değişiklik gösteriyordu; GS Team Marko, Dr. Helmut Marko, Helmut Marko, Dr. Marko Racing ve Marko Rennsportmanagement. Kısaltılmış hali RSM Marko olan bu ad, Helmut Marko Motosporları Menajerliği anlamındaydı ve Marko’nun takımlarından en çok bilinen olacaktı, F3 ve F3000’de önemli başarılar bu ad altında gelecekti. Aslında Marko genç pilotlara destek olmaya, kendi kariyeri sürerken başlamıştı bile. 1969 yılında binek otomobil serilerinden bir yarışta dikkatini Helmuth Koinigg adlı daha 16’sında bir genç çekecek, Marko bağlantıları sayesinde bu gence 1970 yılı için McNamara takımında (kendisi de McNamara’da yarışmıştı) F-Vee koltuğu ayarlayacaktı. 1974 yılında Koinigg Formula 1 koltuğuna oturarak, Marko’nun F1’e yetiştirdiği ilk pilot da olacaktı. Ne yazık ki daha 3. yarışında 1974 Amerika GP’sinde, Watkins Glen’de bariyerlere çarparak hayatını kaybedecekti.
1977 yılına geldiğimizde Helmut Marko, genç pilotlara yardımcı olmaya devam ediyordu. O sene Renault 5 kupasını kazanan 21 yaşındaki Avusturyalı pilot Markus Höttinger, başarısıyla Marko’yu etkilemeyi başarmıştı. Etkilenmenin ödülü olarak aynı sene içerisinde tek yarışlığına BMW 3.20i ile yarışma şansını elde etti. Söz konusu yarışta BMW’yi de etkilemeyi başararak sabit bir binek otomobil serisi koltuğuna kavuştu. Ayrıca Helmut Marko adına da BMW M1’de Hans Bürger paylaşmışlardı 1979 yılında. Ertesi sene söz konusu 2 pilot binek otomobiller ve dayanıklılık yarışlarından Formula 2 Avrupa’ya terfi edeceklerdi. Ne kadar acı bir tesadüftür ki aynı sezon içerisinde; Hockenheimring’de olan yarışta Höttinger, Zandvoort’taki yarışın antrenmanlarında da Bürger ölecekti.
1980 yılında Marko’nun pilot sayısı artmaktaydı. Höttinger’in ve Bürger’in F2’ye terfi etmesi (ama ikilinin ölmesiyle) doğan boşluk Avusturyalı Jo Gartner ile doldurulmuştu. İlk yarışlarında atılım gösteren pilotla yolları, Gartner’ın yarışlarda iyi sonuçlar alamamaya başlamasıyla ayrılacaktı. Günümüzde RTL’nin F1 yorumcularından olan ve 85-89 arasında F1’de yer alan Christian Danner da 1981 LeMans’ta Marko’nun BMW M1’ine konuk olacaktı. Ancak bu yıllarda en büyük sükseyi Gerhard Berger’i desteklemekle yakalayacaktı Marko. 1982’den itibaren Marko sayesinde Almanya ve Avrupa F3 şampiyonalarında yarışmaya başlayan Berger, 1984 yılında elde ettiği galibiyetler ve girdiği şampiyonluk mücadeleleriyle aynı yıl içerisinde BMW motorlu ATS’de F1’e adım atacaktı.
Berger’i Formula 1’e taşıyarak görevini başarıyla tamamlayan Marko, 1985 yılında takımını 2 Alfa Romeo GTV6s ile DTM’de yarıştıracaktı. Pilotları; 1974-1984 arasında 24 sefer galibiyet almış downhill uzmanı Avusturyalı milli kayakçı Franz Klammer ve Christian Danner’ın 1981 LeMans’taki co-pilotu Peter Oberndorfer’di. Ertesi sene takım Team Marko AMG’ye dönüşerek 2 tane Mercedes Benz 190E 2.3-16’ye sahip olmuştu. 3. Yarışa kadar değişmeyen kadroya Oberndorfer ayrılınca Volker Weidler gelecek ve şampiyonaya sonradan katılmasına rağmen sezonu 2. bitirecekti. Marko’nun takımına özel takım olmasına rağmen Mercedes, aynen fabrika takımı muamelesi yapmaktaydı.1987 ve 1988’de de destek alınacaktı ama ne yazık ki 1989’da Mercedes’in kendi takımını kurmasıyla destek kaybolacak, sezon başlarında da DTM operasyonu bitirilecekti çünkü DTM oldukça zorlu ve pahalı bir seri haline gelmişti. Kayakçı Klammer de DTM’de şampiyon olamamıştı ama Marko’nun onu Hızlı ama şanssız bir yarışçıydı. İyi pilottu. cümlesiyle anması onun için yeterliydi.
DTM operasyonu bittiğinde Helmut Marko yeni bir uzun zamanlı projeye geçecekti Marko: Gerhard Berger’i F1’e taşıyan, Almanya F3’e…Yarış kariyerinde henüz 2. senesini yaşayan Avusturyalı Karl Wendlinger F3’e dönüşün ilk pilotuydu ve Michael Schumacher ile Heinz-Harald Frentzen’in önünde şampiyon olmayı başarmıştı (yukarıda Sauber’in 3 pilotu test ettiği bir seans var). Sonrasında yarış kariyerine Amerika’da devam edecek Derek Higgins, LeMans serileri ve GT serilerinde yarışacak Sascha Maassen, Almanya’nın en iyi bayan pilotu Claudia Hürtgen, çok yakından tanıdığımız ve en son Williams’ta gördüğümüz Avusturyalı Alex Wurz, GT pilotu Rui Águas olarak sayılabilen nice başarılı pilot Marko’nun F3 programının üyesi olacaktı. Günümüzde WTCC’de yarış kariyerini sürdüren Alman pilot Jörg Müller de RSM Marko ile açık tekerleklerin Asya’daki Monaco’su Macau GP’sini 1993’te, Alman F3 serisini de 1994’te kazanmıştı. Wendlinger F3’te RSM Marko ile şampiyon olduğunda, Mercedes’in de dikkatini çekmişti. 1990’da hemen arkasındaki 2 değerli Alman pilot ile beraber Mercedes GT ve LeMans ekibine çağrılacaktı. Ama o sene sadece Mercedes’te değildi. Formula 1’in bir alt kategorisi olarak kabul edilen Uluslararası F3000 serisinde, RSM Marko için yarışan pilotlardan biri olacaktı. Kendisi açık tekerleklerde terfi etmişken, takımı da terfi etmişti. 1991 F1 sezonunun son 2 yarışında Leyton House Racing koltuğuna oturmasıyla başlayan F1 kariyerine kadar RSM Marko’da yarışmaya devam edecekti.
1996 ve 1997 F3000 sezonlarında da pistlerde gördüğümüz Marko’nun takımı, eski F3 şampiyonları Jörg Müller’in F3000’i de kazanmasıyla bir kez daha zafer duygusunu tadacaktı. Ertesi sene flaş bir isim RSM Marko’nun koltuğuna oturacaktı; hepimizin yakından tanıyacağı Juan Pablo Montoya. 1997 yılında 3 galibiyetine ve şampiyonayı 2. bitirmesine rağmen, Marko tarafından formu hep sorgulanmış Montoya, ertesi sene rakip takım Super Nova Racing’e geçip F3000 şampiyonu olacaktı. Gün yüzüne çıkan bir hikaye de vardı Montoya ile ilgili. 1997 F3000’in Jerez’de koşulan son yarışının haftasonu (aynı tarihlerde F1’in de son yarışına sahne olacaktı) Marko, Montoya’ya menajerlik teklif edecek ama Super Nova’nın Montoya’yı kaptığı haberleri yayılınca; Montoya’yı ve babasını takım otobüsünden kovacaktı.
Aslında Red Bull’un Formula 1 takımı kurma fikri de genç pilot yetiştirme programının sonucuydu. Marko bu sonuç hakkında Genç takımını ilk kurduğumuzda, genç pilotlar için inanılmaz bir şanstı. İlerleyen zamanlarda pilotları bir yerlere yerleştirmeye gerek duyacaktık. En doğal eylem Formula 1 takımı kurmaktı. Sonrasında Formula 1’de kazanan olmanın tamamen farklı bir şey olduğunu fark edecek ve bakış açımızı da değiştirecektik. demekte.
Marko haklıydı, pilotlarını koyacakları takıma ihtiyaçları vardı. Çünkü 2001’de, programın ilk üyelerinden Enrique Bernoldi’yi sponsor oldukları Sauber’e koymak istemişler ama Peter Sauber’in Kimi Raikkönen’i seçmesiyle hayal kırıklığına uğramışlardı. Bernoldi Arrows’a oturtularak F1’e sokulunca, Red Bull Arrows’a da destek olmaya başlayacaktı.
Ama hırslanmışlardı bir kere, 1 takım yerine 2 takım kuracaklardı. 2004 Kasım ayında Ford’un satışa çıkardığı Jaguar Racing satın alınacak, Red Bull Racing’e dönüştürülerek başına Christian Horner getirilecekti. Artık Red Bull’un kendi yöneteceği bir takımı vardı.2005 yılında yavru Red Bull takımı Toro Rosso, Minardi’nin %50 hissesinin satın alınmasıyla kurulacak (2008 yılına kadar Gerhard Berger diğer %50 hisseye sahipti) ve 2008’de hisselerin kontrolü tamamen Red Bull’a geçecekti. 1999’da başlayan maceradan günümüze kadar gelen süreçte Enrique Bernoldi, Sebastien Buemi, Robert Doornbos, Narain Karthikeyan, Scott Speed, Karun Chandhok, Christian Klien, Sebastian Vettel, Patrick Friesacher, Vitantonio Liuzzi, Jaime Alguersuari Red Bull’dan destek alan F1 pilotları olmuş ve bunlara ek olarak Mikhail Aleshin, Filipe Albuquerque, Daniel Ricciardo, Carlos Sainz, Jr, (yazı ilk olarak 2011’de yayımlandı) gibi isimler de yine Red Bull’un öğrencisi olmuşlardı. Red Bull’un iki Formula 1 takımını yöneten kişi Helmut Marko değildi ama Red Bull’un genç pilotlarının başındaydı, Dietrich Matesitch’in yatırımlarını yönlendiriyordu. Böylece geleceği de kontrol eden kişi olarak; takım patronundan daha önemli bir görev üstleniyordu.
Yarışlar ve Genç Pilotlar, Tek Uğraş Değildi
Yazıyı bitirmeden Helmut Marko’nun yarış kariyerinden ve devamında gelen genç pilotları eğitme görevinin dışında kalan ve ilk bakışta motorsporları ile ilgisiz gibi gözüken bir uğraşından da bahsetmek isterim. Yarış kariyeri boyunca kıtadan kıtaya ülkeden ülkeye dolaşan her yarış pilotu gibi; Helmut Marko da günlerinin çoğunu evinin uzağında, otellerde geçirmiş ve konaklama sektöründe ciddi bir tecrübeye sahip olmuştu.
Yarış kariyeri bittikten sonra Graz’a yatırım yapmaya başlayacaktı. İlk hamlesi bu konuda, 1982 yılında Schlossberg Hotel’i açmasıyla gelecekti. Otel 16. Yüz yıldan kalan bir binanın restore edilip, sonra bu binaya 2 bölüm daha eklenmesiyle yapılmıştı ve Avrupa’nın en güzel sanat otellerinden biri olacaktı. Marko’nun 2.otel projesi de Schlossberg’in hemen yakınlarına Eylül 2000’de açtığı modern bir mimari yapıya sahip Augarten Hotel’di. Yine bir sanat oteliydi bu da. Ayrıca Helmut Marko, Akdeniz ve Avusturya mutfaklarını birleştiren Magnolia Restaurant ve tarihi Graz’ın merkezinde daha klasik bir yapıya sahip Aiola City adlı ödüllü 2 lokanta da açmıştı. Helmut Marko emlak sektörüyle de ilgilenmişti, Aiola City’nin bulunduğu Palais Inzaghi adlı tarihi sarayı iş yeri ve daire olarak kiralalıyordu. Şunu belirtmek de gerekir ki Marko bu yatırımları işletmeye halen “Dr. Helmut Marko GmbH” adlı şirketiyle devam etmekte, hem de Red Bull’a danışmanlık yaparken. Aslında işletmelerinde yarış tecrübelerini konuşturduğunu da internet sitesinde belirtiyor: LeMans galibi ve başarılı bir Formula 1 stratejisti olarak, Helmut Marko hayattaki çoğu şey için sadece tek bir kusursuz anın olduğunu ve bu kusursuz anın bir daha tekrarlanmayacağını biliyor. Bu motorsporlarında olduğu kadar konaklama sektöründe, emlakta ve gastronomide de geçerli. Eşsiz servis, ayrıcalıklı tasarım, 1. sınıf kalite; hepsi tek anın peşinden koşmak için; kusursuz anın…
Hukuk eğitiminden, doktorasına, yarış kariyerinden, kariyerini bitiren kazaya ve sonrasında gelen genç pilotlara kendini adama, bu arada da Graz’a yatırım yapma olarak özetlenebilecek yaşantısında; Helmut Marko aynen danışmanlık yaptığı Red Bull gibi yükselişte olmuştu. En büyük başarısı, geleceğini belirlediği takımın ve pilotun şampiyon olmasıydı.
Vettel ile Abu Dhabi podyumunda şampiyonluk sevincini yaşarken, aslında uzun yıllardır kovaladığı kusursuz anı da yakalamanın sevincini de hissediyordu. cümleleriyle kapatmıştım 2011 sezonu bitiminde, Sebastian Vettel ardı ardına ikinci defa şampiyon olunca Helmut Marko’yu tanıtan bu yazımı. Aradan 6 sene geçmesine rağmen, Vettel Ferrari’de olmasına rağmen; 17 yaşındaki pilotun yarışmasını göze aldıktan sonra üstüne bir de ona yarış kazandırtacak kadar gözü kara bir teknik adamın Red Bull ile gündemde olması 1972 yılında biten yarış kariyerinin Avusturyalı efsaneyi bitirmediğini gösterecek ibretlik bir hikaye.
Tunç ARAS
tuncaras@f1grid.com