Blogumuzun bundan önceki yazısının bitişi Formula E hakkındaydı. Pek muhterem FIA başkanı Jean Todt bu yeni organizasyon hakkında şunun gibi şeyler söylemişti:
“Bu yeni seri ile birlikte hem eğlenceyi, hem de “temiz enerji” ve “sürdürebilirlik” gibi FIA’nın önem verdiği kavramları sunmak istiyoruz”
Todt’un burayı okuyacağından değil de, serinin bu dediklerini sağlayabilmesi için aşağı yukarı yapması gereken şeyleri, elindeki güzel parçaları ve çürük parçaları listelemek istedim.
İlk yılı itibariyle seri tüm takımlar için biraz bilgi toplama, ısınma, tanıtma, deneme/yanılma olarak geçiyor. Parçaların kimi McLaren’den, kimi Williams’tan, kimi Renault’tan, kimi Michelin’den geliyor. Yabancı yok anlayacağınız, biz bizeyiz yine. Bu süreçte çeşitli büyük kentlerde cadde yarışları yaparak taraftar toplamaya çalışılıyor. Serinin sunulma şekli de F1 gibi “hardcore” değil de biraz daha böyle, nasıl desem, yumuşatılmış F1’e göre. Gerek bu sunumda olsun, gerek henüz net olarak bilinmeyen gelecek planlarında olsun çok da yaşlı olmayan bir F1-freak olarak bir şeyler yazacağım bu tekrar tanıtıcı girişten sonra.
Sunuş itibariyle seri, bir şeyin zirvesi olmaktan çok uzak. Henüz hitap ettiği kemik bir kitle olmadığından, bu şekilde hitap edeceği kitle ileride kendilerini memnun etmeyebilir. Aslında F1 izleyicisi güzel bir hedef değil mi? Benzer bir serinin, tanıdık isimlerin farklı bir konseptte yeni mekanlarda sahneye çıkması çok ilginç duruyor. Burada kilit terim şu: “tanıdık isimler”. Eh, bu tanıdık isimler Sebastien Buemi gibi, Lucas di Grassi gibi F1’in “tutunamayanlar”ından olduklarından, çok da ilgisini çekmiyor halihazırdaki F1 izleyicisinin. Bunun dışında, dünyanın en kötü jenerik müziği, çuval yarışına dahi yakışmayacak kadar kötü; insanı televizyondan soğutuyor. Jenerik müziği hakkında çok bir şey söyleyemem, Çaykovski’nin Slav Marşı’nı kullanacak değiller ya, ancak şu haliyle olmasa da olur. Hangi serinin jenerik müziği var ki bir olayın tekrarı verilirken?
İşte dünyanın motorsporlarıyla en alakasız beatleriyle bir yarış özeti:
- Pilot Meselesi
Seri an itibariyle pilotlara pek bir şey vadetmiyor gibi. F1 dururken herhangi bir pilotun en büyük arzusunun Formula E pilotu olmak olması beklenemez değil mi? Burada tabii ki F1’i kıyaslamıyorum. Pilotlar için esas problem, serinin F1 ile kıyaslanamıyor oluşu. Şöyle ki, kariyer basamaklarını yükselerek sonunda F1’e varmak isteyen bir pilot buradan geçmeyecektir. Bu da doğal olarak serinin kapısını “geleceği parlak genç pilotlar”a kapatıyor. Elde kala kala, diğer serilerde tutunamamış, ancak bir şekilde (sponsor mesela) ufacık bir cazibesi kalmış pilotlar kalıyor. Mesela Karun Chandhok, Nelson Piquet Jr, Sebastian Buemi… Seride şu anki eski F1 pilotlarından Heidfeld ve Trulli dışındakilerin hepsi neredeyse bu kategoride. Bu yaklaşım değişmezse ileride Pastor Maldonado seriyi satın bile alabilir. Peki ne yapılabilir? Burada Formula E’nin henüz sahip olmaması gereken yular karşımıza çıkıyor: “masrafları kısma”. Bu “masraflar” konusunda daha bir çok yerde değineceğim. Henüz yeni başlayan, kendini kanıtlama çabasındaki, yeni yeni bir taraftar kitlesi oluşturmaya çalışan bir sporun önüne böyle bir duvar çekilebilir mi? F1’in başına bela olan “paydriver” konseptinin cost-effective olmadığı bariz. Bu açıdan şöyle bir basit çözüm olabilir: Başka bir dünya çapında seride şampiyon olmuş bir pilot ile (diyelim ki 1 senelik) kontrat yapıldığında, bunun bir kısmı (yarısı çok mu abartı olur?) federasyon tarafından karşılanabilir. Kariyerlerinin artık sonuna yaklaşan Button, Alonso ve Raikkonen’in, hatta belki Sebastian Loeb’in, bu spora bilinirlik olarak yapacağı katkıyı hayal edebiliyor musunuz?
- Yarış meselesi
Formula E’de her şey o kadar standart ki henüz, kuru hava ya da yağmur lastiği diye bir kavram bile yok. Ancak “fan boost” gibi bir kavram var. Olay şu, yarıştan önce oylama yapılıyor ve en çok oyu alan pilot yarışta 5 saniye boyunca diğerlerinden biraz daha fazla güç sahibi oluyor. Bu sırada tvde de “oouuaaaa fan buustını kullandığaaaa” şeklinde bir anonsla bundan haberdar oluyoruz. NBA’de Yao Ming’i rekor oylarla all-star yapan sistemden hiç bir farkı yok. Buna bakınca Formula 1’de kullanılan eski adı KERS olan sistemin ne kadar sosyalist, ne kadar hakça olduğunu farkediyoruz.
Ancak Formula E’nin elinde yarışları ilginç kılmak için inanılmaz bir fırsat var. Bataryalar tüm yarışı çıkartmıyor, bu yüzden pite girmek zorunlu. Aracı o an prize takmak ya da bataryayı değiştirmek gibi işleri de yapmıyorlar, aracın kendisini değiştiriyorlar. İşte fırsat burada ortaya çıkıyor. Pilot, yarışın ilk kısmı boyunca garaja verdiği geribildirimlerle diğer aracının ayarlarını değiştirme imkanına sahip olsa (bu F1 pitlerinde gerçekleşen “biraz daha ön kanat alabilir miyim lütfen? Teşekkürler ^^” gibi bir şey olmayacak, her şeyden önce bir pit-stoptan çok daha fazla zamanları var) pitlerden sonra bambaşka bir yarış izleyebiliriz, buradaki kumarı görebiliyor musunuz?
Bir önceki yazıdan hatırlayacaksınız:
Bu kadar işkenceden sonra gönlünüzü alayım hadi 🙂
- Rekabet meselesi
İkinci sezondan itibaren artık bir “açık şampiyona” olacak seri. Yani üreticiler girebilecek. Mevcut takımlara baktığımızda, “Trulli” ve “Venturi” gibi takımların bu işte pek gözünün olmayacağını az çok kestirebiliyoruz. Ancak takımlar arasında “Dams Renault”, “Audi” gibi isimler var. Bu gibi firmaları korkutacak ne var biliyor musunuz: “masrafları kısmak”. Bu şekilde üreticileri teşvik edecek adımları atarsa FIA, bu seri türünün tek örneği olarak hızla büyük üreticileri çekebilir. Bu da rekabet demek. Rekabet de heyecan demek. Heyecan da seyirci ilgisi demek. Demek ki, seriyi popülerleştirmeye ve kalıcılaştırmaya giden yollardan biri başlarda ağır topların biraz “suyuna gitmek”. Mesela Toyota, fena mı olur?
Bu rekabette takımların en çok işine yarayacak şey ne? Testler tabii ki. Bakalım FIA bu konuda ne düşünmüş: 5i sezon öncesi, 2si sezon içi ve 2si de sezon sonu olmak üzere toplam 9 test günü. İşte FIA’nın en büyük hatası burada ortaya çıkıyor. Formula E yeni bir seri, değil mi? Henüz tanıtım aşamasını bile tamamlayamadı. Kendine ait bir izleyicisi yok. Burada kendi geliştireceği teknolojileri kullanacak, teknoloji kumarı uygulayacak takımlar yok. Yıldız, kaprisli pilotlar yok. Bütün bunların sonucu olarak devasa masraflar da yok. Öyleyse F1’de esasen masrafları kısmak için yontulmuş test günleri kuralını olduğu gibi kullanmanın ne anlamı var yazmamı bekliyorsunuz değil mi? Sevgili arkdaşlar, size kötü bir haberim var: Formula 1’de bile daha çok test günü var.
- Teknoloji meselesi
Eh, türünün tek örneği Formula E doğal olarak “elektrikli motor sporlarının zirvesi” oluyor. Bu nedenle zaten kendi güç ünitelerinin gelişimini kısıtlaması oksimoron olur. Bunun dışında seri, özellikle F1’de yasaklanan teknolojilere kucak açarak oradaki tech-freaklerin de ilgisini çekebilir, değil mi? Mesela F-kanal olsa orada (ki araçların yapısı da gayet uygun), ya da çift katmanlı difüzör? Sınırsız sayıda kanatçık? TMD amortisörler? Hareketli kanatlar?
Burada esas değinmek istediğim nokta şu: energy harvesting. Ya da daha az cool olan Türkçe adıyla enerji hasadı. Çok çok eski bir teknoloji olmamasına karşın günümüzde yaya geçidinde yayaların adımlarından alınan enerjiyle trafik ışıklarını yakmak mümkün. Havaalanının bir kısmını uçakların gürültüsünü kullanarak aydınlatmak da. Burada, piezoelektrik malzeme kullananılıyorsa hele, toplanan enerji doğrudan elektriğe çevrileceğinden Formula E için biçilmiş kaftan değil mi? Aracın her yerinde mümkün bu, görebiliyor musunuz? Freninden tutun, süspansiyonuna kadar (çok da etkili bir titreşim sönümleme yolu olur) aracın her yerinden “boşa enerji akıyor”. Formula 1 zaten frenlerde bu işe giriş yaptı, ancak zaten enerji kaynağı elektrik olan Formula E için bu çok daha uygun bir alan değil mi? Sırf bu amaç için esneyebilen kanatlar bile tasarlanabilir!
Formula E’yi bu haliyle beğenen bir kitleye hitap edebilecek bir enerji hasadı açıklaması:
- Bütçe kısıtlama
Bu saydıklarımın önündeki en büyük engel ne yazık ki bu. Ancak defalarca da söylediğim gibi yeni başlayan bir sporun düşüneceği en son şey bu olmalı. Spora girecek takımlar elbet bunu düşünecektir, ancak sporun ilk aşamalarında federasyon pekala “teşvik” verebilir. Özellikle bu adım es geçilirse, iki farklı üretici olsa dahi sporda pist birbirinin aynı takımlarla dolacak ve serinin gidişatı A1 GP’den farklı olmayacaktır. Ne üreticiler için cazip olacak, ne kalburüstü pilotlar için, ne de teknik personel için. Bütçe kısıtlama, FIA’nın bu seri için unutması gereken ilk şey.
Bu uzun yazıyı toparlayacak olursak, elektrikli motorsporlarının tek temsilcisi Formula E, kendi alanının zirvesi de olabilir, A1 GP ya da Süperlig Formula’nın elektrikli versiyonu da. Bunu belirleyecek şey elbette ki federasyonun kararları. Ben ise burada ancak neler görmek istediğimi yazabiliyorum. Başta dediğim gibi, Todt’un okuyacağından değil de…