Max “Annie” Verstappen ile Papatya Falı

Burada omza alan Ricciardo olsa hoş olmaz mıydı? Halbuki RIC o sırada içeride stratejiden yakınıyordu

 

Papatya falı yapmayanınız yoktur herhalde. Sadece sayarak tek sayı ya da çift sayı olup olmaması ile sonucu tahmin edebilecek olsanız da, onu düşünecek haliniz olmuyor fal bakarken. Şimdi de potansiyel rakipleri için “Seviyor/Sevmiyor” diyebilmek için yarış sonu tepkilerine bakıyoruz.

Max’in Red Bull ile ilk yarışında ne yaptığını burada tekrar tekrar anlatmanın elbette anlamı yok. Hatta malum yarış başka ilginç özellikler de taşıyor. Burada yazmak istediğim şey griddeki diğer pilotların, bazısının çok daha önemli problemleri olsa da, olayı nasıl karşıladıkları. Bu gözlemlerimi yarış sonrası verdikleri demeçlere göre yapıyorum. Dışarıdan bakınca F1’in yeni süperstarını herkesin heyecanla karşılamasını bekleyebiliriz, ama aşağıda yapacağım çok da derin olmayan analiz ile işin pek öyle olmadığını da görebiliriz. Çünkü F1, bir “Winner takes it all”. Siz kazanamadıktan sonra, kimin kazandığının bir önemi yoktur ve kaybedenler kazananları hiç sevmez.

Sen…

Max’in bu galibiyetle ünvanını elinden aldığı kişi bildiğiniz gibi Sebastian “Bieber” Vettel. Mercedes’lerin ilk tur kazasından sonra yarışı kazanmak için en büyük favori aslında kendisiydi. Daha hızlı olduğu öngörülen 3 pit stratejisini kullanırken, 2 pit yapan Raikkonen ve Max’in gerisinde kalması zaten büyük bir hayal kırıklığı yarattı kendisinde. Ben ise daha çok “bu herif de nereden çıktı şimdi ya” havası gördüm. Çünkü kendisi de henüz 28 yaşında ve önünde kazanabileceği yıllar, altında hızlı bir araba var. Bu yıllarda karşısına Verstappen’in çıkma ihtimali, ve aslında çıkması da, epey rahatsız etmiş olacak kendisini. Hatırlarsanız 2011’de, kendisi bir dünya şampiyonu iken, yarış sonunda yaptığı hata sonucu Kanada’da galibiyeti kaptırmıştı. Bu bakımdan Verstappen’in soğukkanlığı karşısında tedirgin olmakta haklı. Ancak kendisine biraz geçmişi hatırlatıp moralini düzeltebilir. İtalya’yı Toro Rosso ile kazanmıştı, Red Bull ile değil. İnsan özellikle ondan Max ile ilgili övgüler ve kendisinden örnekler beklese de, o mikrofonlar karşısında “güzel bir haftasonuydu, tebrikler”den fazlasını demedi. (sevmiyor)

Yarış sonrası galibiyet fotoğrafında büyük bir enerji ile bekleyen, yerinde duramayan Red Bull ekibinin arasında yüzü gülmeyen bir kişi vardı: Daniel Ricciardo. Kendisine “ever-smiling Australian” dendiğini düşünürsek durum iyice ilginç hale geliyor. Fotoğraf alanına geç gelmesi, flaşlar söner sönmez de içeri gidip Marko ile konuşması da birer rahatsızlık belirtisi. Yarışı bir Red Bull kazandı desek aklınıza gelecek ilk isim olması, takımın tecrübeli pilotu olması bu kaybının etkisini artırıyor. Üzerinde zaten baskı vardı, Cumartesi gününden de belliydi bu.  Antrenmanlarda Max ondan kötü değildi, sıralamaların ilk seanslarında da başabaştılar. Bütün bu gerilim, 3. Sırayı aldıktan sonraki radyo konuşmasında boşaldı ve bu genç rakibinin onu ne kadar gerdiğini o an anladık. (https://twitter.com/_aarava/status/731470113342427138) Galibiyeti Max’a değil de, Vettel’e kaybetse sanırım daha az üzgün olurdu. Hatırlarsanız Vettel ile aynı takımdayken Vettel’den daha iyi performansları vardı. Şimdiki rakibi ise, futbol tabiri ile “dakika 1 gol 1”. (sevmiyor)

Kvyat ve Sainz konusuna gelirsek, Kvyat yarışın en hızlı turunu atarak biraz rahatlamış olabilir. Sainz ise “ah o gemide ben de olsaydım” şarkısını söylüyor olurdu bizden biri olsa. Blog olarak genel kanımız pistin de Red Bull’a uygun olduğu, bu iki pilottan herhangi birinin Red Bull ile podyum yapabilecek olduğu yönündeydi. Ancak özellikle Hakkinen’in bir sözlünü hatırlamak gerekiyor burada: “When you lead, you have to put double (erm… uhh…) concentration; because you know… You just have to”. Kvyat’ın daha önceki maceraları ışığında yarışın son bölümünde Ricciardo’ya arkadan çarpması şaşırtıcı olmazdı. Sainz ise Verstappen’den çok daha fazla “lock-up” yaşayan bir pilot. Araca hakimiyeti onun kadar iyi değil. İkisinin de bir Red Bull ile podyum için şansı olsa da, Verstappen gibi hata yapmadan tamamlamaları daha düşük ihtimaldi kanımca. Bu bakımdan bu ikili Max’e “lucky bastard” etiketi yapıştırsa da, yaptığı işe içten içe eminim büyük hayranlık duyuyorlardır. Hele bu Kvyat-Verstappen takasının birebir içinde olmaları, bu etkiyi artırıyor olsa gerek. (sevmiyor)

Bu olaydan en az rahatsız olan kişi Alonso olabilir. “nasılsa ben kazanamıyorum, patlasın Hamilton’la Vettel’e” dese şaşırmam.

Raikkonen ve Alonso bu pilotlar arasında “ununu eleyip eleğini asmış” adamlar olarak görünüyorlar. Raikkonen’in hayal kırıklığı daha çok yarışı kazanamamak üzerine görünüyor. Artık basın toplantılarında Hamilton ile şakalaşan Alonso (bu önemli bir nokta, 2007’yi hatırlayalım) durumdan daha hoşnut gibi. Gridde bu olaya en fazla sempati duyan bu iki yaşlı kurt olabilir. (seviyor)

Mercedes pilotları için bir şey demek güç; kendi problemleri ile boğuşurken bu arkadaştan çok endişe duymuyor olabilirler. Ne de olsa şimdilik en dominant araç onlarda ve esas rakipleri ile koşulları aynı. Yine de bir ara birilerinin kapılarını önüne “tehlikenin farkında mısınız?” başlıklı bir gazete fırlatması fena olmayabilir. (ha?)

Bunun dışında kariyeri Williams’tan yapacağı sıçramayı bekleyerek geçen Bottas, DTM’de şampiyon olarak gelen Wehrlein, bir türlü Ferrari göremeyen Hulkenberg, yıllar sonra bana pilot tutturan Grosjean ve kenarda bekleyen Vandoorne için de haberler hiç iyi değil: Your nemesis is out there, and he’s already started winning.

Bu arada kapak  fotoğrafı da büyük geldiği için giyemediğim “Jos Verstappen” tişörtüm. Arrows’un Arrows olduğu zamanlar, hey gidi…

Hakan